Başta Çin, AB ve ABD olmak üzere küresel piyasalarda artan resesyon endişeleri dünya için de stres oluşturmaktadır.
Peki resesyon nedir?
Nobel ödüllü ekonomistler Paul Samuelson ve William Nordhaus'un ilk olarak 1948 yılında yayınladıkları Economics isimli kitapta tanımladığı şekilde resesyon, ‘Reel GSYİH'nin en az iki ardışık çeyrekte düştüğü bir dönemdir.’ Popüler ekonomi ders kitaplarında uzun süredir resesyonu bu şekilde tanımlanmıştır. Bu tanım mükemmel değil, ancak II. Dünya Savaşı'ndan bu yana neredeyse her gerilemede bu tanım en çok kullanılan tanım olmuştur.
Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu (National Bureau of Economic Research) resesyon, ‘ekonomi genelinde yayılan, birkaç aydan fazla süren, normalde üretim, istihdam, reel gelir ve diğer göstergelerde görülen önemli bir düşüş’ olarak tanımlıyor. Bir resesyon, ekonomi en üst seviyeye ulaştığında başlar ve ekonomi dip noktasına ulaştığında ise sona erer.
Resesyon döneminde çoğu şirket taleplerde ve gelirlerde düşüş yaşanacağı ve geleceğe dair belirsizliğin de etkisiyle zarar görür.
Eğer resesyona hazırlıklı girerseniz bu böyle olmayabilir. Ranjay Gulati, Nitin Nohria, ve Franz Wohlgezogen isimli akademisyenlerin 2010 senesinde yaptıkları araştırmada 1980, 1990 ve 2000 resesyonları sırasında inceledikleri 4 bin 700 şirketin yüzde 17’sinin ciddi anlamda zor durumda kaldığını saptamışlardır. Bunun yanında incelenen şirketlerin yüzde 9’u ise resesyon ve sonrasında gelirlerini ciddi şekilde arttırmışlardır. Yani resesyonu izleyen üç yıl içinde toparlanmakla kalmamış, büyüyerek, satış ve kar artışı konusunda rakiplerinden en az yüzde 10 oranında daha iyi performans göstermiştir.
Peki bir şirket resesyona nasıl hazırlanmalı ve resesyon vurduğunda hangi hamleleri yapmalı?
Resesyonu inceleyen araştırma ve vaka çalışmaları bu sorulara ışık tutuyor. En ilginç bulgulardan bazılarını dört ana grupta toplayabiliriz:
- borçlanma;
- karar verme;
- işgücü yönetimi;
- dijital dönüşüm.
Ne kadar çok borçlanırsanız faizinizi ve anapara ödemenizi yapmak için o kadar çok nakde ihtiyacınız olur. Zira resesyon döneminde genellikle satışlar düşer ve bu nedenle şirketin operasyonları finanse etmek için daha az nakdi olur, ekonomik darboğazda hayatta kalmak için maharetli bir finansal yönetime ihtiyaç vardır.
Karar verme işi ise en zorlu süreçlerden birisidir. Çünkü kimin nasıl karar vereceğini belirlemek ve uygulamak firmaların ayakta kalmasının önkoşulu olabilir. Araştırmalar, ademi merkeziyetçi olmayan şirketlerin durgunluk esnasında daha başarlı olduklarını belirlemişlerdir. Çünkü araştırmaya konu olan şirketler karar verme işini hiyerarşinin alt sıralarına devretmiş, değişen koşullara daha iyi uyum sağlamışlardır. Bu firmalar makro büyüklükteki darbeleri bertaraf etmek konusunda çok daha iyi konumlanmış olabilirler denilmektedir.
İşten çıkarmalar sadece çalışanların zararına değil, aynı zamanda şirketler için maliyetli olmasıdır. İşe alım ve eğitim pahalıdır. Yeni bir işçinin bir işletmeye maliyeti yüksektir. İş performasının düşüklüğü, hatalı mal üretiminin daha fazla olması vs şeyler işletmelere ekstra zarar demektir.
Ekonomik darboğazlar aslında yeni teknolojilerin benimsenmesini teşvik edebilir. Dijital teknolojiye, mantıksal analizlere ve çevik iş uygulamalarına zamanında yatırım yapmış olan şirketler karşı karşıya oldukları tehdidi daha iyi anlayabilir ve daha hızlı yanıt verebilirler. Gördüğümüz üzere, resesyonlar şirketler arasında performans bazında derin ve uzun süreli uçurumlar yaratabilir. Dijital teknoloji de aynısını yapabilir. Dijital dönüşümü yok sayan şirketler bir sonraki resesyonun bu uçurumları kapanmaz hale getirdiğine şahit olabilir.
Nurmurat Mommayev,
Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Adayı, İstanbul, Türkiye